Notre Dame de Sion’lular Derneği’ni bir araya getiren gezilerden bir tanesini 3 Ekim Cumartesi günü Tekirdağ’a yapıyoruz.
Yola çıktığımızda İstanbul’da güneşli bir hava var. Yol boyunca (NDS 62) Leyla Tecer, bizlere emekli edebiyat öğretmeni, şair-yazar Öksel Demir’in “Tekirdağ” adlı eserinden bilgiler veriyor.
Kentin bilmediğimiz yönlerini öğrenmekten müthiş keyif alıyoruz. Tekirdağ öncesi verilen molanın durağı Silivri’de çaylarımızı açık havada içtikten sonra bir saat mesafedeki Tekirdağ’a doğru yola devam ediyoruz. Kentin girişinde Ekmekçioğlu ailesinin kızı olan arkadaşım Fulya Saka bizi güler yüzüyle karşılıyor ve başlıyor güzel şehrini gezdirmeye.
İlk durağımız Rüstem Paşa Camii oluyor. 1554 yılında Sadrazam Damat Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan caminin Tekirdağ’daki diğer camilerden çok farklı özellikleri bulunmakta; geometrik motiflerle süslü kapı ve pencereleri. ceviz ağacı üzerine fildişi kaplama giriş kapısı, kare plan-lı, alçı kabartma çiçek ve çelenkler dışında bezemeleri olmayan yalın kubbe yapısı ile cami Mimar Sinan şaheserlerine güzel bir örnek teşkil ediyor.
Oradan yürüyerek Namık Kemal Müzesi’ne geliyoruz. Müze Tekirdağ doğumlu olan vatan şairimiz Namık Kemal’in anısına, Tekirdağ Namık Kemal Derneği tarafından düzenlenmiş bir Tekirdağ evi. Süsten uzak bu yapı, Tekirdağ mutfağı ve başodasının geleneksel izlerini barındırıyor. Girişteki duvarları süsleyen Namık Kemal’e ait eserler ve haberler bizi aydınlatıyor. Namık Kemal Evi’nin pek yakınındaki Rüstem Paşa Külliyesi’nden günümüze bir tek cami ve bedesten kalmış. Caminin yanı sıra bedesteni de gezme şansını yakalıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu döneminde mücevher ve kıymetli eşyaların alınıp satıldığı bu yapılarda bugün ancak günlük hayata dair eşyaların satıldığı dikkatimizden kaçmıyor.
Öğle vaktinin yaklaşmasıyla birlikte tüm ekibimizin karnı zil çalmaya başlıyor. Tekirdağ’ın geleneksel köftesini tatmak için soluğu en meşhur köftecide alıyoruz.
Yemekten sonra günübirlik gezimize devam ediyor ve Umur Bey Şarapları’nda şarap tadımına doğru yola çıkıyoruz. 1993 yılında kurulan bu tesis, Trakya’nın uçsuz bucaksız bağ-larındaki üzümlerden birbirinden farklı lezzetler üretiyor. Umur Arıner’in verdiği bilgiler eşliğinde şaraplardan birer yudum tadıyor, degüstatörlük yolunda ilk adımı atıyoruz. Arıner ailesinin misafirperverliğinin yanı sıra lezzetli şarapların tadı da damağımızda kalıyor.
Son tarihi durağımız Tekirdağ Müzesi oluyor. Burada il sınırları içindeki antik kazılarda bulunmuş eserler sergileniyor. Bu eserler arasında en büyük ilgiyi ‘’Ana Tanrıça’’ figürlü su kabı çekiyor. Omuzlarına dökülen dalgalı saçları, şalı ve giysisi kırmızı boya ile betimlenmiş olan su kabı bizleri büyülüyor.
Müzenin taş eserler salonunda ise MÖ 359-341 yılları arasında yaşayan Odyris Kralı Kersepleptes heykeli bizleri karşılıyor. Kral’ın tacı, elbiseleri ve aynı kazıda elde edilen diğer buluntuları da müzede görmek mümkün.
Müzenin arkeolojik küçük eserler salonunda ise tarih öncesi çağlardan Bizans Dönemi’ne kadar uzanan döneme ait kaplar, amforalar, heykelcikler, mızrak uçları, cam ve taş takılar, koku şişeleri, süs eşyaları ve madeni paralar sergileniyor. Etnografya Salonu’nda Osmanlı ve yakın dönemlerde kullanılan pişmiş toprak sırlı kaplar, ateşli ve kesici silahlar, gümüş takılar, Tekirdağ yöresi kadın ve erkek kıyafetleri, hamam takımları, el işlemeleri, Karacakılavuz dokumaları ile eski Tekirdağ yatak odası çok ilgimizi çekiyor. Müzeden büyük bir hayranlıkla ayrılıyoruz.
Yolumuz üzerinde bulunan Rakoczi Müzesi’ni tadilat nedeniyle ancak dışarıdan gözlemleme şansı buluyoruz. Macaristan’ın milli kahramanı Prens II. Ferenc Rakoczi’nin son onbeş yılını geçirdiği Osmanlı mimari tarzındaki bu sevimli evin Macar halkı için de Türkiye’de uğranılacak ilk durak olduğunu öğreniyoruz.
İstanbul’a doğru yola çıkmadan önce misafirperverliği ile günümüzü hoş kılan Ekmekçioğlu ailesinin bu müzenin yanındaki misafirhanesinde çaylarımızı yudumlayıp İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz.
Aklımızda ve kalbimizde kalanlarla İstanbul’a varıyoruz. Bahar mevsimi ile birlikte yeni mekânlar keşfetmeyi umarak.