BOZCAADA ŞARAPLARINI TATTIK …

4 Haziran Cuma günü, Bozcaada’ya gitmek üzere İstanbul’dan otobüsümüzle hareket ettik. Sevgili Ülker’in anlattığı fıkralarla yolun nasıl geçtiğini fark bile edemeden, Çanakkale, oradan Geyikli ve ver elini Bozcaada. Homeros’un Truva savaşlarını anlatan Iliada’da Tenedos adı ile geçen (Tenes, denizlerin tanrısı Poseidon’un torunu) Bozcaada, Çanakkale Boğazı’nın  girişinde önemli stratejik konuma sahip bir ada. Çanakkale Savaşı’nda, İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından lojistik destek sağlamak üzere işgal edilmiş, Lozan Antlaşması ile Türkiye’ye aidiyeti tanınmış (12–14. maddeler) adayı hepimiz merak ediyorduk.

Feribotla adaya yaklaşırken ilk dikkatimizi çeken, küçük kasabanın zengin geçmişini yansıtan heybetli kalesi oldu.

Bozcaada’da konaklayacağımız Ege Otel’e daha adım atar atmaz, buranın ada tarihini yansıtan bir mekân olduğunu anladık. Nitekim 1841 yılında Rum İlkokulu olarak yapılan,1963 yılına kadar okul olarak kullanılan, 1986’dan itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları İstanbul Müdürlüğü’nün izniyle yeniden yapılandırılarak otele dönüştürülen binanın bu özelliklerini daha kapısında iken öğrendik.

Yerel özellik ve zenginlikleri yansıtan Ege Otel’e yerleştikten sonra, hemen şaraphane turuna çıkıp modern bir tesis olan Talay Şaraphanesini gezdik, bilgilendik ve birer “sommelier” edası ile değişik lezzetlerdeki şaraplarından tattık.

Akşam yemeğimizi, Truva savaşlarında Helenlerin üs olarak kullanmış oldukları, Herodot’un yazılarında da geçen Bozcaada limanındaki, ada mutfağının çeşitli nefis lezzetlerini sunan Yosun Restaurant’da yedik. Evlerin özenli bir şekilde değerlendirilmiş olduğu Bozcaada’yı gezmeğe gittiğimiz o hafta sonu, gözle görülebilen bir hareketlilik dikkat çekiyordu. Adanın arnavut kaldırımı döşeli sokak aralarından geçerken, artık başlamakta olan yaz mevsimi dolayısıyla misafirlerini ağırlamak için açılma zamanı gelen pansiyonlar, kahvehaneler, barlar, sakinlerini kucaklayacak evler tamir edilip, boyanıyor, yenileniyor, adeta önünden geçenleri imrendirecek, içeriyi merak ettirecek kadar güzelleşiyordu.

Cumartesi sabahı öncelikle adanın yerel tarih müzesini gezdik. Adanın geçmişini, belleğini oluşturan, zevkle sunulan eserleri barındıran, bireysel girişimler sonucu kurulmuş olan müzede, Osmanlı döneminden kalma eşyalar; Çanakkale Savaşı’nda üs olarak kullanıldığında Fransız, İngiliz askerlerinin bıraktıkları malzemeler, ada evlerinde kullanılmış eşyalar; denizcilere, bağlara dair fotoğraflar, savaş malzemeleri, kişisel eşyalar, belgeler  yer almakta. Müze rehberimiz bize Yunan mitolojisinde Tenedos olarak adlandırılan Bozcaada’nın, stratejik konumundan ötürü istilalara uğradığını, yapılan kazılarda geçmişinin MÖ.3000 yılına dayandığının anlaşıldığını, darphanesi ve özel potası olduğunu, hatta burada darp edilmiş gümüş paralar konusunda çok sayıda doktora tezleri bile yapılmış ve yapılmakta olduğunu anlattı. Nitekim adayı sembolize edebilecek nitelikte gümüş paralardan biri çok dikkat çekiciydi: Paranın bir yanında Zeus ve Hera’nın arka arkaya basılmış yarım suretleri, diğer yüzeyinde çift balta, şarap, kadeh ve üzüm olan gümüş vardı.

Müzeden sonra, yapım tarihi ve kim tarafından inşa ettirilmiş olduğu tam olarak bilinmeyen, ilk yapımının Finikelilere kadar uzandığı tahmin edilen o heybetli kaleye gittik. Bir zamanlar su dolu hendeklerle çevrili olduğunu ve asmalı bir kapı ile girildiğini öğrendiğimiz, zengin geçmişi yansıtan kaleye, sabit bir köprüden geçerek girdik. Bu muhteşem manzaralı kale İyon ayaklanması ile önce Perslerin, sonra Romalıların egemenliğine girmiş, Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonrada Doğu Roma’da kalmış, Fatih Sultan Mehmet döneminde fethedildikten sonra güçlendirilmiş, hatta Pirî Reis’in haritalarında  şimdiki ismi ile yer almış. 1806–1812 Osmanlı-Rus Savaşında  da Rusya tarafından işgal edildikten sonra 1842 de II. Mahmut yeniden yaptırarak adayı Limni Sancağı’na bağlamış. Bütün bu bilgileri kaleyi gezerken, içeriye konulmuş yazılardan öğrendik.

Bir açık hava müzesi olan kaleyi ziyaret etmemiz ilginç bir döneme de rastladı: Kalede 4–6 Haziran hafta sonu, kendimizi geleneksel “Yerel Tatlar Festivali”nde bulduk.  Kalenin geniş mekânının ortasında, adalı ev hanımlarının yaptıkları yemekler kurulmuş olan büfede ikram ediliyordu. Ada şarapları ile beğeniye sunulan, kömür ateşinde hazırlanan ahtapot ızgarası, oğlak dolması, yaprak dolmaları ve börek çeşitleri, çeşitli tatlılar (özellikle mafiş en bilineni) kaleyi ziyarete gelenlere sunuluyordu. İstisnasız bütün yemeklerden, Ege mutfağına özgü her türlü deniz ürünlerini, farklı pişirme yöntemleri ile tadabilmenin ayrıcalığın sahip olduğumuz bu lezzet festivalinden pek memnun kaldık. Bu lezzet yarışması vesilesi  ile  aynı gece kale içinde,“Grup Gündoğarken” bir de konser verdi. Bütün bu zenginlikleri hissederek yaşayıp gördükten sonra,  otobüsümüz ile adanın bir başka ucunda, başka bir aleme, Ayazma Plajına doğru yola koyulduk. Yolda Habbele Koyu, Mitos Plajı, Akvaryum denilen alanları kuşbakışı seyrederek, ince taneli altın sarısı kumu ile meşhur Ayazma Plajına ulaştık. Mayosunu yanına almamış olanlar içten içe söylenirken, plajın kumları üzerinde yalın ayak dolaşarak teselli buldular.

Türkiye’nin  köyü olmayan tek taşra ilçesi olan adada, ne yazık ki  azalmaya başlamış şarap bağları arasından geçerek otelimize giderken çok ilginç bir olgu ile daha karşılaştık: Adanın 17 türbinden oluşan rüzgar enerjisi santralını (10,2 MW güç) gördük. Adanın enerji ihtiyacını karşılayıp, karaya yer altı kabloları ile aktaran, Türkiye’nin rüzgar enerjisi üretimi yapılan sayılı yerlerinden birinin burada bulunduğunu da böylece öğrenmiş olduk. Burada olağanüstü güzel olduğu söylenen gün batımı manzarasını ise saat geç olduğu için kaçırmıştık.

Akşam, sofraya oturma alışkanlığımızı, hepimiz tok olmamıza rağmen, gene Bozcaada limanında deniz mahsulleri lezzetlerinin sunulduğu diğer bir lokanta olan Koreli Restaurant’ta  yerine getirdik.

Pazar sabahı, adanın 1867 yılında yapılmış kilisesini, genelde din görevlisinin olmadığı ve cemaatin azlığı nedeniyle ayinin yapılamayacağının bildirilmesinden ötürü ziyaret edemedik.

Pazar öğle üzeri, otobüsümüze binerek Türkiye’nin üçüncü büyük adası olan, Çanakkale iline bağlı 40 kilometrekarelik Bozcaada ilçemizden ayrıldık.

Geldiğimiz güzergâhı takip ederek, İstanbul istikametinde ilerlerken adayı gönlümüze kaydetmiş, ellerimizde kolilerle Çamlıbağ şarapları, adanın gelincik çiçeği reçelleri ile daha şimdiden gelecek sefere Gökçeada’ya gelmek için planlar yapmaya başlamıştık bile.

Bize bu unutulmaz güzellikleri yakalayabilme fırsatını yaratan NDS’liler Derneği’ne, özellikle de yolculuğumuzdan heyecan ve zevk duymamızı sağlayan, konforumuz için büyük çabalar harcayan Yönetim  Kurulu üyeleri Sevgili Lena Yeniyorgan ve Nuriye Doğan’a yürekten teşekkürler.

Ayrıca, Bozcaada’ya ayak bastığımız ilk andan itibaren bizlere her an eşlik eden, Bozcaada’yı tanıyarak sevmemize katkıda bulunan sevgili Ayşe Müge Ağaoğulları Baran ve eşi Akın Baran Bey’e sonsuz teşekkürlerimizi borç biliriz.

 

Pin It on Pinterest

Lütfen sayfayı yenileyiniz.