NDS’in hayatınızdaki etkisi nedir? Okul yıllarınız ile ilgili bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
NDS’in yaşamıma daha ileri yaşlardaki etkilerini şöyle özetleyebilirim: Topluma faydalı olma isteği, sorumluluk duygusu, disiplinli, sistemli çalışma alışkanlığı, mükemmeliyetçilik ve çevremdekilerle rekabetçi değil, dayanışmacı ilişkiler kurma eğilimi… Bunlara, kanımca orta eğitimin insanlara öncelikle sağlaması gereken geniş bir kültür birikimini de ekleyebilirim. Bu saydıklarımın, yaşamım üzerinde elbette olumlu olduğu kadar olumsuz etkileri de olmuştur. Örneğin, meslek yaşamımdaki disiplinli çalışma sistemim, kendimi bazen acımasızca yıpratmama yol açmıştır. Sorumluluk duygusu ve , beni yavaşlatarak kariyerimde daha verimli olmaktan alıkoymuştur. Son olarak da, içinde yaşadığımız dünyada, başarının yolunun dayanışmadan çok, rekabetçi tutumlardan geçtiğini hepimiz biliyoruz. Bununla birlikte, kişiliğim gereği, dayanışmacı ve paylaşmacı bir hayat tarzının, beni rekabetçilikten daha çok mutlu ettiğini söyleyebilirim.
Öğrencilik yıllarımdan küçük bir anı: O yıllarda okulumuzdaki disiplin anlayışı çok katıydı. Bir seferinde, ayağımdaki (tabii ki düz siyah ve topuksuz!) ayakkabının üstünde minik bir siyah papyon olduğu için eve geri gönderildiğimi hatırlıyorum…
Okul formamıza ilişkin bir diğer sorunsa, o yıllarda mutlaka takmak zorunda tutulduğumuz, oldukça geniş kenarlı şapkayla ilgiliydi… Okula gidip gelirken “Şuna bakın, İstanbul’u kovboylar basmış!” türünden sataşmalara maruz kalırdık bazen…
Ordinaryus Prof. Sadi Irmak’ın kızı olmak hayatınızı nasıl etkiledi?
Babamla ilişkimi, Can Yücel’in babası Hasan Ali Yücel için yazdığı, “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiiri çok iyi tanımlar. Bu sevgi ve saygı, daha ileri yaşlarda yaşadığım gerek duygusal, gerekse düşünsel, sosyal ve kişisel bağlılıkların kaynağı olmuştur. Elbette sosyo-kültürel bakımdan üst seviyede bir ailede doğup büyümek bana hem nitelikli bir eğitim almayı, hem de aile ortamında seçkin insanlar tanıyıp onlardan etkilenme fırsatını sağladı. Ne var ki, pek çok kişi, ünlü ve başarılı bir babaya sahip olmanın, hayatı çok kolaylaştıracağını düşünse de, bu durum, benim hayatımı kolaylaştırdığı kadar zorlaştırdı da…
Bir kere, yaşamınızın –tabir yerindeyse- her sahnesine, kendiniz olduğu kadar, ailenizin de mirasının taşıyıcısı olarak, karşınızdaki insanların ana-babanıza karşı taşıdıkları değer yargılarını, olumlu-olumsuz duygularını da üstlenmiş olarak çıkıyorsunuz.
Ayrıca, benim gibi NDS terbiyesinden geçmiş biri için şunu da eklemem gerekir. Çoğu insan sadece kendi adına çalışırken, ben hem kendim için, hem de babama layık olabilmek ve onu utandırmamak için, iki kez çabalayarak çalıştım sanırım.
Bu yıl ‘20 Janvier’de NDS onur ödülü aldınız. Yıllar sonra, okuduğunuz okulda öğrenci olarak değil de onur ödülü sahibi olarak bulunmak nasıl bir duyguydu?
Okuluma yıllar sonra, bu anlamlı tören için geldiğimde, önce, “Nasıl geçti bunca yıl, her şey daha dün gibi” duygusunu yaşadım; ama aynı anda da, Nazım’ın bir şiirinde, “Aslolan Hayattır” ifadesiyle özetlediği, yaşamın o büyük zenginliğini ve sürekliliğini duyumsadım… Benim öğrencilik yıllarımdan bu yana onlarca kuşak okulumuzdan gelip geçmişti ve bu akış, tazelenerek gelmekteydi. Okulumuzsa, benim zamanıma göre çok daha güzelleşmiş ve dışa açılmış olarak yerinde duruyordu.
Öte yandan, NDS’in anlamlı bir ‘20 Janvier’ töreninde, başarı ödülü almak beni doğal olarak çok onurlandırdı. İtiraf edeyim ki, kendimi hayatımın birçok noktasında başarılı biri olarak algılamamışımdır. Ama çok değer verdiğim okulumun beni bu ödüle layık görmesi, kendime daha hoşgörülü olarak bakmamı sağladı ve özgüvenimi arttırdı.
Yıllarını eğitime adamış bir kişi olarak Türk eğitim sistemi hakkındaki görüş ve önerileriniz nelerdir?
Eğitim düzenimize gelince, bu konuya ilk ve orta eğitimden başlarsak, biliyoruz ki Cumhuriyetimizin kuruluşunda bu alan 3 temel ilkeye dayandırılmıştır. Eğitim, a-Ulusal, b-Karma ve c-Laik olmalıydı… Türkiye’nin 1950’lerden başlayarak içine girdiği çalkantılı, dalgalı karşı/ devrim sürecinde bu ilkeler, ne yazık ki, parça parça aşındırıldılar.
İlk ve orta eğitimden yararlanmak açısından, ne yazık ki hâlâ kızlarımızla erkek çocuklarımız arasında ciddi farklar var. Bu açık bir türlü kapatılamadı. Dahası eğitim sistemimize getirilen yeni düzenlemeler ile, önümüzdeki yıllarda bu farkların, bırakın kapanmayı, daha açılacağı kaygısını taşıyorum. Benzer bir farkın varlıklı ve yoksul ailelerin çocukları arasında da açılacağını, pek çok yoksul aile çocuğunun eğitiminin (kızların) 4 yıl gibi son derece yetersiz bir süre ile sınırlandırılmış olacağını düşünüyorum. Unutmayalım ki, dünyada pek çok ülkede kız/erkek, tüm nüfusta zorunlu eğitim süresi 12 yıla ulaşmış durumda.
Yüksek öğrenime gelince, eğitim sistemimizin içinde bulunduğu kargaşa ve zorluklara, 1950’lerden başlayarak, toplumu altüst eden çok hızlı nüfus artışının da büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Her yıl bir milyon civarı gencin üniversite kapısına dayandığı bir ülkede, bu ihtiyacı karşılayacak uygun yatırımları gerçekleştirmek hiç kolay değil. Bu durum, aynı zamanda, hem bireysel, hem de toplumsal anlamda, büyük bir insan israfına da yol açıyor. Ben, her insanın birbirlerinden çok farklı alanlarda olsa da yetenekleri olduğuna ve doğru yönlendirilirse, kendi adına başarılı olabileceğine ve topluma da üretimiyle katkıda bulunabileceğine inanıyorum. Ama eğitim sistemimizin yapısı ve nüfus artışının bu yapı üzerindeki baskısı, gençlerimizin önemli bir bölümünü hem belki pek yetenekli olmadıkları hem de pek sevip benimsemedikleri alanlara yönlendiriyor. Sistemimiz büyük ölçüde ezberlemeye dayandığı gibi, sınav başarısında, hızlı düşünmenin oldukça belirleyici bir payı var. Ama çağdaş toplumların en çok değer vermesi gereken yaratıcı zekâya öncelik verebiliyor muyuz? Bu konunun saatlerce söyleşecek kadar çok yönü var mutlaka. Ben sözlerimi gençlerle meslek seçimi konusunda yaptığım söyleşilerde dile getirdiğim şu düşünce ile bitirmek istiyorum; mutlu ve başarılı olmak istiyorsanız sevdiğiniz insanla yaşayın ve sevdiğiniz işi yapın… Yani, bu konularda seçiminizi yaparken, yüreğinizin gösterdiği yola gidin.
Halen Atatürk Kültür Vakfı’nın ve Darülaceze Vakfı’nın başkanlık görevini sürdürüyorsunuz. Bize çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
İstanbul Üniversitesi’ne 46 yıl kesintisiz olarak emek verip emekli olduktan sonra, kalan enerjimi bu iki vakfa adamaktan mutluluk duyduğumu söyleyebilirim.
1991 yılında rahmetli eşim Cahit ÖZDEN’le birlikte başı çekerek kurduğumuz Darülaceze Vakfı’nın öncelikli amacı o tarihte, çeşitli nedenlerle oldukça bakımsız kalmış olan tarihi Darülaceze Kurumu’nu destekleyerek, burayı her yönüyle çağdaş ve insan onuruna yakışır bir duruma getirmekti. Vakfımız, hayırseverlerin de desteğiyle bu amaca oldukça kısa sürede ulaşmayı başardı. Daha sonra, bir yandan tarihi Darülaceze’yi desteklemeye devam ederken Kartal İlçemizde, işletmesini Kartal Belediyesi’ne devrettiğimiz büyük bir huzurevinin inşaatını tamamlamayı başardık. Günümüzde, tarihi Darülaceze’nin çeşitli ihtiyaçlarını gidermeyi sürdürürken aciz durumdaki kadınlarımıza iş sağlamayı amaçlayan Mikrokredi Programına büyük katkılarda bulunuyoruz. Öte yandan, yaşlıların çok yönlü gereksinimlerine yönelik çalışmalarımız süregeliyor. Örneğin, kısa bir süre sonra yaşlı bakıcısı yetiştirmeyi hedefleyen, Avrupa standartlarına uygun bir eğitim programı açacağız.
Atatürk Kültür Vakfı’nın amaçlarına gelince, bu kuruluşumuzun amacı, Atatürkçü Düşünce doğrultusunda ülkemizin çağdaş kültürünün geliştirilmesi için bilimsel araştırma-geliştirme etkinliklerinde bulunmak, dinamik, kültürlü, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı insanlar yetiştirmek, yayın ve sanat faaliyetleri yapmak şeklinde özetlenebilir.
Elimizdeki olanaklar ölçüsünde, bu amaçlara yönelik çalışmalara katkıda bulunmaya çalışıyoruz.
(NDS 56 ORTA) PROF. DR. S. YAKUT IRMAK ÖZDEN
Ortaokulu Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nde tamamladıktan sonra Cenevre Devlet Lisesi’ni ve Cenevre Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ni bitirdi. 1969’da aynı fakülteden doktor unvanını aldı. 1965–1975 döneminde akademik kariyerini İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak sürdürdü. 1975’te doçent oldu ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na öğretim üyesi olarak atandı. 1982’de aynı fakültede profesörlüğe yükseldi. 1982–2007 yılları arasında Halk Sağlığı Anabilim Dalı içinde kurucusu olduğu Biyoistatistik ve Demografi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Bu görevini 1992’de seçildiği ve dört kez yeniden seçilerek atandığı Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığıyla birlikte yürüttü.
1998–2000 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi dekan yardımcılığı görevini de yürüten Yakut Özden, 1999 yılında atandığı İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaş haddinden emekli olduğu Mart 2007 tarihine kadar sürdürdü.
Sivil Toplum Kuruluşları (NGO) tarafından “Kaynak Kişilik” olarak seçilerek, 1985’te Nairobi’de toplanan Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı Dünya Konferansı’nda Türkiye’yi temsil etti. Yetmiş kadar ulusal ve uluslararası kongre ve konferansa etkin biçimde katıldı; Türkçe ve yabancı dilde basılmış 70’i aşkın makalesi, biri Fransa’da (Fransızca olarak) üçü Türkiye’de olmak üzere dört de kitabı yayınlandı.
Prof. Dr. Yakut Irmak Özden halen kurucularından olduğu Darülaceze Vakfı ile Atatürk Kültür Vakfı’nda başkanlık görevini sürdürmektedir.
Aldığı ödüller:
Yunus Nadi Ödülü (1973) “Uluslaşma ve Dil” konulu araştırmasıyla,
Ali Naci Karacan Ödülü (1977) “Türkiye’de Kentleşme” araştırmasıyla,
Erich Frank Madalyası (1995) Türkiye-Almanya arasındaki bilimsel işbirliğine katkısı nedeniyle.