PROF. NURDAN TÖZÜN İLE SÖYLEŞİ…

Uzmanlık alanı İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji olan (NDS 68) Prof. Dr Nurdan Tözün, Acıbadem Üniversitesi rektör yardımcısıdır. Notre Dame de Sion’dan dereceyle mezun olan Prof. Dr Nurdan Tözün İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki öğrenimini 1974 yılında tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi’nde İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji bölümlerinde uzmanlık kazanan Tözün, Marmara Üniversitesi’nden 1984’de doçent, 1991’de profesör unvanını almıştır.

İlk yurt dışı deneyimini “Honorary Consultant” olarak Charing Cross Hospital’da 1987-1988 yılları arasında kazanan Tözün, iki dönem M.Ü. Tıp Fakültesi Dekanı (1995-2001), Marmara üniversitesi Üniversitelerarası Kurul Temsilcisi (1996-2001), Marmara Üniversitesi Gastroenteroloji Enstitüsü Müdürü (1992-2008) olmuştur. Çok sayıda araştırma projesine, uluslararası yayınlara imza atan, 100’ü aşkın makalesi yayınlanan Prof. Dr Nurdan Tözün pek çok önemli ödüle de layık görülmüştür.

Bazıları: 1991’de Sandoz Farmakoloji ödülü, 1996’da Viral Hepatit ödülü, 14.Ulusal Gastroenteroloji Kongresi’nde Prof. Namık Kemal Menteş Ödülü, 1999 yılında Polonya Bilimler Akademisi (World Academy of Medicine), Albert Schweitzer Altın Madalyası ve Akademi Şeref Üyeliği, 17.Ulusal Gastroenteroloji Haftası kapsamında Prof Dr. Oktay Yeğinsü Ödülü, Marmara Üniversitesi uluslararası Yayın Ödülü 1997, 2000 ve 2001 yıllları, 20. ve 22. Ulusal Gastroenteroloji Kongreleri Sözlü Bildiri Ödülü Ekim 2003 ve Eylül 2005, Ulusal Hepatoloji Kongresi Roche Viral Hepatit Bildiri 2.lik ödülü Haziran 2005 yılında mezunumuzu uluslararası platformda büyük başarıya götüren ödül ise Royal College of Physicians /İngiltere Kraliyet Doktorlar Koleji’ne tam üyelik olmuştur.

Kariyerinizi tıp alanına yönlendirmeye ne zaman karar verdiniz?

Lise yıllarındaNotre Dame de Sion sıralarındayken sizi bu konuda destekleyen öğretmenleriniz oldu mu?
NDS’de okumak bana insan sevgisini aşıladı, derinlik kazandırdı; din, ırk,cinsiyet, dil ayırmaksızın insanlara eşit mesafede olmayı öğretti. Bir de Mère Marie Berthe‘in 9.sınıftayken söylediği bir cümle belleğimde yer etmiştir: “Valorisez vos qualités” (yeteneklerinizi değerlendirin) demişti.
Doğrusu ilk başta hekim olmayı düşünmemiştim. Sanat ve edebiyata büyük ilgim vardı. Ama matematiğim çok iyiydi, başarılı bir öğrenciydim. İnsanları olduğu gibi seviyor, en uzak durduğum kişide bile sevilecek iyi bir taraf buluyordum. Tıp eğitimi benim tüm beklentilerimi karşılayacaktı: bilim, sanat, felsefe, matematik, metafizik, kariyer ve “geçinecek” kadar para. (Çünkü bize öyle öğretilmişti: “L’argent ne fait pas le bonheur mais il y contribue”). Okul yıllarında Soeur Myriane’in da etkisiyle büyük hekimlerin özellikle de Dr. Albert Schweitzer’in hayranı oldum. Onun kitaplarını okudum, çok etkisinde kaldım. Ayrıca ailede dayım doktordu ve çocukluğumu onun anatomi kitaplarıyla geçirmiştim. İnsan vücudu bende müthiş bir merak ve hayranlık uyandırıyordu. Onu daha yakından tanımayı ve insanların yaşamında belirleyici olmayı istedim. Ne tesadüf ki NDS’den mezun olurken aldığım ödüller arasında bir kitap vardı: Şair Tabipler! Ama önümde bir engel vardı. Biz edebiyat sınıfı mezunuyduk (başka bölüm yoktu). Tıp Fakültesi’ni kazanmak için iyi bir matematik puanı gerekiyordu. O sıralar sayısı çok az olan dershanelerden birine kaydoldum, iyi bir dereceyle İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdim.İşte o zamandan beri bu sevda türküsü sürüp gider. Öğretmenlerimin çoğunun bende müthiş pozitif etkisi oldu. Hayata hep gülen gözlerle bakmayı, ümit etmeyi, pozitif düşünmeyi ve çalışanın bir gün mutlaka kazanacağını, yapılan iyiliklerin bir gün bana geri döneceğini onlardan öğrendim. Gül düşünürsen gülistan olursun, diken düşünürsen dikenlik olursun*. Bir şeye daha çok seviniyorum: Ne mutlu bana ki beni yetiştiren hocalarımın bazılarının hastalıklarında, son günlerinde yanlarında olabildim, tedavilerini üstlendim ya da dertlerine derman olmaya çalıştım.

Uluslararası platformlarda alanında uzman ve söz sahibi olan bir Türk ve başta bir Sion’lu olmak sizin için ne ifade ediyor?

Sion’lu olmanın önemini insan çok sonraları daha iyi anlıyor. Okulun verdiği özgür düşünme yeteneği, kültürel hazine, bilim anlayışı ve disiplin dünyanın neresinde olursanız olun sizi yalnız bırakmıyor. Ne kadar bilseniz de alçak gönüllü olmayı, konuşmaya asla “moi, je” diye başlamamayı, inandığınız değerleri sonuna kadar savunmayı, daima gerçeği aramayı ve yaptığınız bir işi en iyi şekilde yapmayı küçük yaşlardan beri öğrenmiş olmanız size yol gösteriyor. Ayrıca bir lisanı iyi öğrenmiş olmak diğerlerine kapı açıyor. Hekimlik mesleğine gelince, bizler birer bilim diplomatıyız. Gittiğimiz ülkelerde bilimsel toplantılarda çalışmalarımızı sunduktan ve bilimsel tartışmalar bittikten sonra sıra sosyal toplantılara gelir. Sion’da yetişmiş olmanın farkı burada ortaya çıkar. Yabancılara kendi dilleriyle hitabettiğinizde davranışları değişir. Bizler ülkemizle ilgili siyasi ve tarihi gerçekleri tüm yönleriyle bilmek ve onlara kısa mesajlar vererek bahsetmek durumundayızdır. Böylece imgelerindeki Türk kadını, Türk insanı şekil değiştirir ya da değiştirebilir. Bizi kendilerine daha yakın hissederler. Doğu’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve Balkanlar’da ise Türkler’e karşı büyük bir hürmet ve takdir vardır. Son 20 yıldır Avrupa ve Asya ‘da birçok önemli komisyonlarda, derneklerde başkanlık, üyelik ya da yöneticilik yaptım. Kanser gibi, viral hepatit gibi kamu sağlığını tehdit eden önlenebilir hastalıklar konusunda ülkeler arası kampanyalar yönettim ya da içinde yer aldım. Araştırmalara katıldım. Dekan, yönetici, eğitici olarak çeşitli uluslararası toplantılar düzenledim. Bu bana büyük bir kişisel tatmin ve onur verdi. Ama hepsinin ötesinde ülkeme olan borcumu bu şekilde ödeyebileceğimi düşündüm. NDS’ den almış olduğum eğitim bana önemli ölçüde özgüven ve cesaret verdi. Ama büyük de sorumluluk yükledi. Bu noktada bana ilham veren tüm hocalarıma minnet borçluyum.

Sion’da unutamadığınız bir anınız varsa bizlerle paylaşabilir misiniz?

Öyle çok ki hangi birisini anlatayım? Ayhan Turan’ın, Timur Selçuk’un konserleri (où les cousins et les frères (?) n’étaient pas invités SVP!), Grande Salle’de her ay yapılan “Assemblée”lerde Soeur Marie Berthe‘in “Attestation: Honneur et application premier degré” diyen sesi ve “barrette” alamadığım zaman içine düştüğüm derin keder, Coğrafya Hocası Zafer Hanımın tırnaklarını kürsüye vurarak Tiflis -Bakü arasındaki Orthonikitze şosesinin 12 km. olduğunu bilemeyince sertçe tonladığı “Buyrun oturun”ları, Leyla Hoca’nın uzaklara, çok uzaklara bakarak Tevfik Fikret’ten gür sesiyle okuduğu ve benim Fransızca’ya çevirdiğim “Zelzele” şiiri, hepimizin aşık ve dolayısıyla birbirimizle rakip olduğumuz Monsieur Matalon, sabahları 08.00-08.30 arası “ma mère” lerin “morale” dersleri ve daha yüzlercesi. Ama bir tanesini derseniz belki oltama şu takılır: İstenenden fazlasını yapma hastalığına tutulmuş biriydim (hala da öyle olduğumu söylerler). Bildiğiniz gibi NDS’de en zoru Fransızca “composition” dan iyi bir not alabilmektir. 7 alan adeta doçentlik mertebesine erişmiş, 9 alan ise Profesör olmuş demekti. Kelime bilgim iyiydi. Sürekli yeni kelime öğrenir ve bunları konuşurken ya da yazarken kullanmak isterdim. Bir gün çok iyi not beklediğim bir kompozisyona Mère Fidélia 4 verdi. Kağıdımın üzerine de “Qui ne sait se borner ne sut jamais bien faire” yazmıştı (aslında Boileau’nun sözü “ne sut jamais écrire” olacaktı ama obilerek öyle yazmıştı). Ağlayarak yanına gittim nedenini sordum. Gülerek yüzüme baktı ve “Senin kompozisyonlarında lügat karıştırmaktan helak oluyorum artık canıma yetti doğru dürüst yaz ben de yorulmayayım” dedi. O günden sonra yalın ve anlaşılır yazmaya özen gösterdim.

Özellikle son yıllarda Yüksek Öğretim Sınav sisteminde yaşanan değişiklikler nedeni ile mezunlarımız, diledikleribranşta uzmanlaşamamaktan yakınıyor. Başarılarını devam ettirme arzusunda olan yeni doktor mezunlarımıza önerileriniz var mı?

Yüksek öğretime giriş sınavları öğrencinin gerçek yeteneklerini, eğilimlerini dikkate alan, bilgi ile birlikte beceri ölçen sınavlar değildir. Bu bir eleme sınavıdır. Çok sayıda adayın başvurduğu, yüksek öğretim sahasına öğrenci seçmek ve yerleştirmek için düzenlenmiş bir sistemdir. Sınavlar her aşamada öğrencinin karşısına çıkmakta ve tüm yaşamını belirleyici olmaktadır.Yüksek öğretime giriş aşamasında sevgili öğrencilere tavsiyem, yetenekleri, gönüllerinden geçen meslek ile almış oldukları eğitim arasında iyi bir eşleştirme yapmalarıdır. Bu konuda gerçekçi davranmak gerekir. İnsan sevmediği bir meslekte başarılı olamaz. Önce hedefler ortaya konmalıdır: Ben bilim insanı olmak istiyorum ve araştırma yapacağım, ya da öncelikle insanla haşır neşir olmalıyım veya toplum sorunlarıyla uğraşmalıyım, teknoloji ile ilgilenmeliyim, geliri yüksek olan bir meslek seçmeliyim, sürekli seyahat etmeliyim, hobilerime vakit ayırabilecek kadar esnek olabilmeliyim gibi. Zor iş yoktur. Severek yaptığımız işin zaman içinde daha kolaylaştığını görürüz. Bu sadece bizim işi benimseyip alışmamızdan kaynaklanır. Bence hekimlik her zaman için insanı tatmin eden, derinlik kazandıran, sosyal statü veren, üstelik de başkalarına yardım etme fırsatı sağlayan mesleklerin başında gelir. NDS’nin sağladığı en önemli kazanım humanist olmaktır. Bu açıdan da Tıp eğitimi NDS’nin misyonu ile örtüşmektedir. Kuşkusuz sınavı başarmak için en önemli koşul fen bilimleri alanında iyi yetişmiş olmaktır. Bunun için epeyce çaba gerektiği açıktır. Ancak sınav bir sistem demektir ve günümüzün öğrencileri de bu sisteme aşinadır. NDS mezunu olup da hekimlik mesleğini seçmiş, başarılı bir kariyer yapmış çok sayıda bilim kadını (eminim erkekler de vardır ben sadece kadınları biliyorum) vardır. Tıp Fakültesi’ni yeni bitirmiş hekimlere de tavsiyem uzmanlık konusundaki seçimlerini akılcı yapmaları, dünyadaki eğilimlere ve ülkemizdeki ihtiyaç alanlarına göre yol haritalarını çizmeleridir. Bir anlamda Seneca‘nın tabiriyle “Varacağı limanı bilmeyen bir tekne için hiçbir rüzgar elverişli değildir.”

Acıbadem Üniversitesi olarak, farklı projelerle gençlere kendilerini geliştirme imkanı sunuyorsunuz, yeni mezunlarımıza ve tüm gençlere söz konusu projelerden ve giderek yükselen çizgisi ile kurumunuzdan söz eder misiniz?

Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültemiz 2008’de ilk öğrencilerini kabul etmiştir. Ayrıca Sağlık Bilimleri Fakültesi bünyesinde Hemşirelik, Fizyoterapi ve Sağlık Yönetimi Bölümleri yer almaktadır. 2 yıllık Acıbadem Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu da bu yıl ilk mezunlarını vermiştir. Tıp Fakültesi öğrencileri geçtiğimiz eğitim öğretim yılında büyük başarı yakalamış ve başarı oranları % 95 olmuştur. Biz ülkemizin ihtiyacı olan nitelikli hekim, hemşire, fizyoterapist, sağlık yöneticisi ve sağlık teknisyenini yetiştirmenin yanısıra insani değerlere önem veren, iyi lisan bilen, bilginin gücüne inanmış, teknolojiye hakim, iyi iletişim kurabilen, çevreye ve ülke sorunlarına duyarlı ve kültürlü insanı yetiştirmeyi amaçlıyoruz. Araştırma ruhunu geliştirmeye ve öğrencilerimizin kendi iç dünyalarını keşfederek yaratıcılıklarını sergilemelerine olanak sağlıyoruz. Her öğrencinin en az bir hobisinin olmasına ve iyi bir kültür ortamında
yetişmesine yardımcı olmak adına “akıl hocalığı” (mentor) işini ciddiye alıyoruz. İhtiyacı olan öğrenciye burs sağlıyoruz. En önemlisi de mezun olduktan sonra da hayat boyu öğrenme ilkesini edinmesine, ülkesini temsil yeteneğini geliştirmesine özen gösteriyoruz. Biz öğrencilerimizle arkadaşız ve birbirimizden çok şey öğreniyoruz. NDS’de öğrendiğim üç şey: Disiplin, sevgi/saygı ve sistemli çalışma ilkeleri burada da geçerli. Yeni Mezunlara mesajım şudur. Onların kuşağı bizden hem çok şanslı hem de bazı yönlerden şanssız. Bilgiye daha kolay ulaşıyorlar ama neyi nerede bulacaklarını çok iyi bildikleri için bazen öğrenmeye özen göstermiyorlar; çok fazla rekabet ortamı var, bu onları bezdiriyor ama objektif kriterler bizim zamanımızdan daha fazla geçerli; yeşil ve maviden yoksun, sanal ortamda yaşıyorlar ama çok daha fazla seyahat ediyorlar; insanlarla temas ediyorlar; teknolojiye daha hakimler ama kültürel gereksinimleri daha törpülenmiş. Bunlar çoğaltılabilir. Mesaj yerine şunları söylemek daha sempatik geliyor bana: Bugün yeniden başlasaydım şunlara dikkat ederdim diye düşünüyorum: Sağlığıma daha dikkat ederdim, mutlaka düzenli spor yapardım. Kendi zamanımın efendisi olacak şekilde bir düzen kurardım. Eğitimde kalırdım, öğreterek öğrenirdim. Yapabileceğim şeylere soyunurdum. Sevdiğim işi zevkle yapar, vasat 10 iş çıkaracağıma çok iyi 5 iş çıkarırdım (yine doktor olurdum). İstediğim şeyi elde edemezsem elimdekiyle yetinirdim. Aileme şimdi olduğu gibi çok önem verirdim. Bunlar benim gençlere mesajımdır. Hepsine sonsuz başarı ile birlikte gönüllerince yaşamalarını diliyorum.

 

Pin It on Pinterest

Lütfen sayfayı yenileyiniz.