PEHLİVANLARIN DİYARINDA

Sabah 7.30’da Conrad Otel’in önünden yola koyulduk. Rehberimiz Saadet kendini tanıtmasını isteyen alkışlar arasında bize hem kendisi hem de gideceğimiz güzel şehir hakkında bilgiler vermeye başladı. Edirne’ye saat 11.00 gibi varmış olduk. Hava güzel, erguvanlar, mor salkımlar açmış, Selimiye bütün ihtişamı ve sade zarafeti ile bizi karşılıyor…

Edirne’de gezilecek yerler birbirlerine o kadar yakın ki önce Eski Cami ile başlıyoruz. Tabii Saadet hemen bilgilere başlıyor. Eskiden adı Süleymaniye imiş, Süleyman Çelebi tarafından yaptırılmış, Hacı Bayram Veli burada vaaz vermiş, kubbeleri… v.s. Fakat ben camiyi çok sene önce görmüş biri olarak şaşırdım. Restore edilmiş, hiç o eski hali kalmamış.

Oradan hemen karşısındaki Üç Şerefeli Cami’ye giriyoruz. Edirne başkentken II. Murat yaptırmış. Saadet kubbesine dikkat çekiyor, merkezi kubbeli camilere geçişin simgesiymiş, 24 m’lik çapıyla oraya “melekler koymuş” dedirtmişmiş, minarenin her bir şerefesine ayrı yoldan çıkılır ve hiç biri birbiriyle karşılaşmazmış Belediye Binası’nın önünden geçerek Selimiye Camii’ne vardık. II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı bu dünya şaheserlerinden birini Saadet’in rehberliğinde gezmek de ayrı bir zevk oldu. Caminin içine girer girmez o sadeliği ve ışıltısı insanı sarıp sarmalıyor. Kubbe 8 direğe oturtulduğu halde girince direkler görülmüyor, sanki gök kubbenin altındayız. İznik çinileri de muhteşem, Saadet her bir motifin anlamını  da açıklıyor hararetle: Çarkıfelek sonsuzluğu, lale, Allah’ın birliğini simgelermiş.

Sonra otobüsümüze  binip eski yahudi mahallesinden geçerken, Saadet, 1934’te Edirne’de yahudilere yönelik saldırıları ve yahudilerin şehirden kovuluşunu anlatıyor. Yine benim hiç bilmediğim, bize okulda ve başka yerde hiç anlatılmayan gizli utançlı tarihimizden bir kesit. Çok büyük ve muhteşem olduğu bu viran ve metruk halinden bile anlaşılan bir sinagoğun önünden geçiyoruz.

Meriç’in kıyısında Villa Restoran’da açık havada yemek yiyoruz. Oradan Eski Edirne Gar Binası’na kadar yürüyoruz. Bina restore edilmiş, şimdi Trakya Üniversitesi Rektörlük binası olmuş. Bu bina meşhur Mimar Kemalettin’in eseriymiş. Hemen yanında ülkemizdeki tek Lozan anıtını görüyor ve önünde toplu resmimizi çektiriyoruz. Buradan tekrar otobüse binip Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alandan geçiyor ve Trakya Üniversitesi’ne bağlı Sultan II. Bayezid Külliyesi ve Sağlık Müzesi’ne varıyoruz. Unesco ödülü alan bu müze hakikaten çok güzel ve zevkli düzenlenmiş. Eski eczanesi, akıl hastalarının muayene ve tedavi edildiği yerler, müzikle tedavi hep canlandırılmış. Eski tedavi yöntemlerini gösteren minyatürlerin yanı sıra doktorların ve hastanelerin bağışladığı tansiyon aletleri, eski şırıngalar, hastanede ve ameliyatlarda kullanılan çeşitli cihazlar da sergilenmiş. Bir de baktım ki bunların birçoğunu ben laboratuarda kullandım ya da gördüm, artık biz de antika olmaya başlamışız diye düşünmedim değilş Saat 18.00’de ayrıldığımız bu tarihini korumuş güzel şehrimizden iki buçuk saat gibi kısa ve zevkli bir yolculuktan sonra payitahta döndük.

 

Pin It on Pinterest

Lütfen sayfayı yenileyiniz.