Katıldığım üçüncü dernek gezisi. Günübirlik İznik. Annemin 80’lik lise arkadaşlarıyla yaptığı gezileri kıskandım galiba. Bizim yaş ortalamamız da altmış filan. Artık hiçbir geziyi kaçırmak istemiyorum.
Eskihisar-Topçular arabalı vapuru. Yalova’yı geçip Orhangazi’den göle doğru sapıyoruz. Otobüsümüz zeytinlik, bağ ve bahçeler arasından ilerliyor. Göl sağımızda. Meğer ülkemizin beşinci büyük gölüymüş İznik Gölü. (Unutmuşum lütfen kızmayın Zafer Hanım.)
Kente girdiğimizde rehberle buluşuyoruz. İznik, Helenistik dönemde inşasına başlanmış, Roma ve Bizans dönemlerinde yeni ilavelerle geliştirilmiş 4970 metrelik surlarla çevrili. Dört ana kapısı var. Bunlardan Lefke Kapısı ilk durağımız. Üç girişli heybetli bir mekân. Antik çağdan yakın zamana kadar kentin su ihtiyacını karşılayan su kemerleri de bu kapıya bağlantılı. Buradan yürüyerek Yeşil Cami’ye gidiyoruz, 14. Yüzyıl sonunda inşa edilmiş. Erken Osmanlı döneminin tek kubbeli camileri arasında müstesna bir yeri olduğu söyleniyor, minaresi zikzaklı mozaik tekniğiyle firuze ve yeşil renkli çinilerle bezenmiş.
Biraz ilerde I.Murat’ın annesi Nilüfer Hatun anısına yaptırdığı Nilüfer Hatun İmareti (1388) 1960’dan beri Müze olarak hizmet görüyor. MÖ 2500’lerden bu yana İznik ve çevresinde yaşamış uygarlıklarla ilgili arkeolojik buluntular burada sergileniyor. Rehberimizin dükkânındaki alışveriş molasından (!) sonra Antik Roma Tiyatrosu’na doğru yol alıyoruz. Kırgızlar Türbesi önünde duraklıyoruz. İznik’in Türkler tarafından fethinde yararlılık gösteren Kırgız Türkleri anısına 1331’de Orhan Gazi inşa ettirmiş türbeyi. Yaklaşık 20 bin seyirci kapasitesine sahip olduğu ifade edilen Antik Tiyatronun hali içler acısı. Aşağı yukarı 30 yıldır belli aralıklarla sürdürülen kazı çalışmaları 2007’den beri durmuş, güvenliği İznik Müzesi tarafından etrafına çekilen telle sağlanıyor. Roma İmparatoru Traianus döneminde Bitinya Valisi Plinius’un çabalarıyla MS 111-112 yıllarında inşa edilen bu yapı Bizans döneminde Latin istilası sırasında (13.yüzyıl başları) toplu mezar olarak kullanılmış, daha sonraları da seramik fırınlarına ev sahipliği etmiş. Antik Tiyatro daha fazla kendi haline terk edilmesin temennileriyle oradan ayrılıp “acıyan yer başka acıkan yer başka” diyerek öğle yemeğini yiyeceğimiz kentin biraz dışındaki lokantaya yöneliyoruz.
Yemek sonrası kentin iki ana caddesinin kesiştiği noktada yer alan Ayasofya Müzesi’ndeyiz. Daha önceden burada bulunan Roma dönemine ait bir yapının kalıntıları üzerine 5.-6.yüzyıllarda inşa edilmiş bazilika planlı bir kilise söz konusu. Hıristiyanlıkla ilgili önemli kararların alındığı II. İznik Konsili 787 yılında burada toplanmış. 1065 depremi sonrası kapsamlı bir onarım gören kilise 1331’de camiye dönüştürülmüş. Yetkili uzmanlar 2008 yılındaki restorasyon çalışmalarının yapıda ciddi tahribata yol açtığını söylüyor.
Sonra I.Murat Hamamı’na gidiyoruz. Süleymanpaşa Medresesi ise son durağımız. Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış. On bir hücre, bir dershane ve bunları örten 19 kubbe. Açık avlulu medreselerin de ilk örneği. Günümüzde Çiniciler Çarşısı olarak kullanılıyor; doğrusu İznik’te üretilip satışa sunulan en güzel çini ve seramik örneklerini burada görüyoruz. Çoğunluğun ısrarıyla İstanbul Kapı’da inip şöyle bir dolanıyor, fotoğraflar çekiyoruz.
Helenistik çağdan kalma ızgara planlı kent yerleşimiyle, Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden kalan anıtsal yapılarıyla, asırlık çınar ve servileriyle İznik’i geride bırakıp İstanbul’a dönüyoruz.
Görülecek yerlerin çok az bir kısmını görmüş olmanın eksikliği içimizde, keyifli bir gün geçirmenin rehaveti üzerimizde.