Cumhuriyetimizin ilk kadın üniversite mezunlarından (NDS 35) Saffet Arutay Tanman’ın Batnas Tepelerinde Zaman isimli ilk kitabından sonra son kitabı Ilgaz Dağları’ndan Batnas Tepeleri’ne de Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı. Yazarın Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarını, Notre Dame de Sion ve İstanbul Üniversitesi’ndeki günlerini, evliliğini, arkadaş çevresini anlattığı kitap Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş yıllarına da ışık tutuyor.
Okulumuzun 1935 mezunlarından Saffet Tanman, 1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romanoloji, Türk Edebiyatı ve Felsefe bölümlerini bitirdi. Eşinin görevi nedeniyle uzun yıllar Hamburg ve New York’da kaldıktan sonra yurda döndü ve 1949’dan itibaren hayatının büyük bir kısmını Söke’de, Büyük Menderes Ovası’nda aileden kalan arazilerin ıslah ve imarına ayırdı. 40 ve 50’li yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde öyküleri ve edebiyat eleştirileri yayımlandı.
“Hatıralarımın bazılarını rafa kaldırıp koymuşum, pek hoşlanmadıklarım herhalde. Ama şimdi onları da raftan indiriyor, tozlarını alıyorum. Her hatırayı sanki yeniden yaşıyorum. Kimini istediğim şekilde hatırlayıp zevkini yaşıyorum, o zamana o unutulmaz ana gidiyorum. Vücudumda her zerremin zevkle titrediğini, gençleştiğini hissediyorum. Bu sırrı bozmamak için aynaya bakmaktan korkuyorum. Bizden her şeyimizi alsalar da işte bunları alamazlar: Sevgili hatıralarımız.” Ilgaz Dağları’ndan Batnas Tepeleri’ne, savaş yıllarında yolu ailesiyle Anadolu’ya düşmüş bir İstanbul kızının çocuk, gençkız ve hanımefendi oluşuna ilişkin anılar yanında üç büyük savaşın ardından, Türkiye (Kastamonu, Ankara, İstanbul, İzmit, Söke), Almanya (Hamburg) ve Amerika (New York) üçgeninde yaşananlar, portreler, ince değinmeler ve tanıklıklar ortasında geniş ve köklü bir ailenin de serüveni. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak Dame de Sion ve İstanbul Üniversitesi’nde öğrenim, evlilik, büyüklü küçüklü aile üyeleri, hısım akraba, konu komşu, eş, dost ve arkadaş çevresiyle bu anılar Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş yıllarına, Batnas Tepeleri’nde Zaman’ın öncesine ışık tutuyor.
TADIMLIK (GİRİŞ)
İlk torunum Behire ile biz aynı günde doğmuşuz. Senelerce bu böyle kutlandı. Ben artık hatırlamak istemiyorum. Ama torunlar söz dinlemiyor. Yine bir akşam az da olsa toplanmak istiyorlar.
Adaların güzel sonbaharını yaşıyorum. İşte yine doğum günü geldi çattı. Bazı arkadaşlar, eş dost, gençler gelecekler. Arka bahçede çiçekler arasındaki düzlüğe masaları birbirine ekleyerek uzun bir masa kurup üç sofra örtüsü ile üstlerini örttük. Baha, bahçenin yeşil yaprakları ve çiçeklerle masayı süsledi. Ben de doğru mutfağa daldım.
Seneler beni yüz yaşıma doğru sürüklerken belki içimizden bazıları benim için korkuyor ve yaşlanıyorum diye üzülüyor. Şunu söyleyeyim ki ben yaşlanmaktan çok memnunum. Çünkü şimdi hayatımı yaşıyorum. Geriye bakınca çocukluk, sonra mektep, hep çalışmak, okumak, muvaffak olmak; hayat mücadelesi, ekmeğini kazanmak, derken evlilik lâzımmış evlenmek, doğum lâzım doğurmak… O çocukları yetiştirmek, hep didişmek, hep koşmak, telâş içinde yaşamak.
Bir evin önünden günde üç beş defa da geçsem, “O ev ne renkti?” diye sorsanız bilemezdim. Çünkü etrafa bakıyor, ama göremiyorduk. Vaktimiz yoktu. Şimdi rahat rahat etrafımı seyrediyor, bazı bir çiçek karşısında bir saat kalıyorum. Onun rengi, kokusu, içinin ilâhî ahengi, yaradılışı. Her şey ölçülü, en ufak teferruatta dahi nizam hakim.
Düşünüyor, düşünüyor… Anlamak için Allah’tan yardım istiyorum. Her şey derine gidilirse beni şaşırtıyor.
Ama hayat güzel, yaradılış muazzam bir muhabbet rüzgârı ile ürperiyor.
Türlü türlü yemekler yapılıyor. Bir yanda çeşitli hamur tatlıları, oğlum almış, getirmiş İstanbul’dan. Baktım bir de cevizli tel kadayıfı. En sevdiğim hamur tatlısıdır.
“Demek çocuklar unutmamış, dedim…” Hoşuma gitti.
Güneş batarken çamları okşayıp esen mis kokulu poyraz bahçeyi serinletmişti. Mumların ve fenerlerin ışığında bir çocuk sevinci içinde neşe ile yemeğimizi yedik. Dostlara bir teşekkür etmek istedim. Kalkıp konuşmaya başladım:
“Oradan buradan, uzaktan yakından ellerinizdeki hediyelerle sevinerek geldiniz. Hepinize teşekkür ediyorum. Birkaç şey söylemek istiyorum. Bugünkü bu neşeniz, bu ruh hafifliğinizin sebebi, bu toplantının özünde sırf muhabbet olmasıdır. Dünyada en büyük kuvvet muhabbettir. Bir insan hayatında bir kere sevmiş ve ilâhî muhabbet kaynağından bir yudum tatmış, kendinden geçmişse o an ebedîdir ve bizde yaşar. Şimdi her şeyin kıymetini biliyorum. Her şeyden zevk alıyorum. Velhasıl yaşlanmaktan memnunum. Benim için üzülmeyin. Hâlâ neler yapmak, neler yazmak istiyorum…”
Nitekim çocuklarım ve genç dostlarım hatıralarımı yazmamı istediler, beni teşvik ettiler, böylece ben de yazdım.
Esra Okudan, Fatma Er, Fulya İbanoğlu ve Meryem Üke, bu kültürlü, akıllı, güzel insanlar okunması pek kolay olmayan yazılarımı okuyarak bilgisayara geçirdiler, günlerce çalıştılar ve bu çalışma bir muhabbet havası içinde severek ve isteyerek yapıldı. Çok teşekkür ediyorum. Bu mevzuda beni cesaretlendiren, ayrıca metinlerin redaksiyonunda bana yardımcı olan aile fertlerine ve dostlara teşekkür ediyorum.
Hatıralarımın bazılarını rafa kaldırıp koymuşum, pek hoşlanmadıklarım herhalde. Ama şimdi onları da raftan indiriyor, tozlarını alıyorum. Her hatırayı sanki yeniden yaşıyorum. Kimini istediğim şekilde hatırlayıp zevkini yaşıyorum, o zamana o unutulmaz ana gidiyorum. Vücudumda her zerremin zevkle titrediğini, gençleştiğini hissediyorum. Bu sırrı bozmamak için aynaya bakmaktan korkuyorum. Bizden her şeyimizi alsalar da işte bunları alamazlar: Sevgili hatıralarımız.