Sabah 7.30’ da Fenerbahçe stadı önü son buluşma adresinden hareketle, saat 13.30’ da Kastamonu’ ya 45 km kala Araç’ta çok güzel bir kalenin önünden geçiyoruz, saat 14.00’ te Kastamonu’ yu geçerek hemen sonra İzbeli Çiftliği’ nde değişik bir kahvaltıda yorgunluk atıyoruz. Hafız İzbeli’ nin torunu Sabiha Hanım, dedesinin İstiklal savaşına katılmasını anlatıyor. Eski bir konak artık turistik olarak kullanılıyor ama tarihi havasından da bir şey kaybetmemiş. Büyük bir iştahla pideleri, çeşit çeşit reçelleri ve bitmek bilmeyen demli çayı mideye indiriyoruz, manzara yemyeşil bir alana bakıyor. “Ohh tatil başladı” diyoruz. Daha sonra Kastamonu’ ya varıyor, otelimize yerleşiyoruz. Önce Kastamonu Kalesi’ ne çıkıyor ve şehri yukarıdan seyrediyoruz. Kastamonu’ nun evliyalar şehri olduğunu öğreniyoruz, Şabaniye tarikatının asitanesi, ahilerin, mutasavvıfların izleri var, buna rağmen tutucu bir yer değil. Nasrullah Camii ve Külliyesi’ nden Münire Medresesi’ ne geçiyor ve bahçesinde çay içiyoruz. Oradan Kastamonu Valiliği El Dokuması Merkezi’ ni açtırıyor ve hafiften talan ediyoruz! Orada aldığım örtü takımını kuzinime hediye ettiğimde hayranlığı görülmeye değerdi.
İkinci gün, Şeyh Şaban-ı Veli Vakıf Müzesi’ ni ziyaret ediyoruz. Dervişlerin hayatı hakkında Saadet’ ten çok etraflı bilgiler alıyoruz. 40 günlük çile çektikleri ayakta durulamayacak kadar ufak karanlık odayı görüyoruz, kıyafetlerin simgesel anlamları hakkında da bilgileniyoruz (örneğin başlıkların mezar taşını, kara ceketlerin kara toprağı simgelemesi gibi). Kastamonu’ nun büyük meydanı, Şerife Bacı heykeli ve Vilayet binasının önünden geçiyoruz, aslında toplu resmi orada çekmek istedim ama olmadı.
Otobüsle Daday yolundan Kasaba Köyü’ ne varıyoruz ve burada Mahmut Bey Camii’ ni geziyoruz. Ahşap minaresi, ahşap mihrabı, ahşap oymalı kapısı meşhur. Oradan şehre dönüp, üç katlı eski restore bir konakta Kastamonu El Sanatları Müdürlüğü Teşhir Merkezi’ nde ahşap oymacılık eserlerini görüyoruz. Orada da masa, koltuk, rahle falan alanlar oldu mu bilmiyorum. Öğle yemeğini Münire Sultan Sofrası’ nda yiyenler “ekşili pilav” ve “banduma” gibi yöresel yemekleri tatma mutluluğuna eriştiler. Mir Liva Paşa (1879’ da yaşamış üst düzey bir Tanzimat memurunun konağı) konağında bir etnografya müzesini gezdik. 22 odalı bir konak. Haremlik ve selamlık kısımlarına ayrı kapılardan giriliyor, kapı tokmakları bile farklı. Erkeklerinki kalınca, kadınlarınki daha ince. Asıl hoş olan harem ve selamlık arasında yemek servisini sağlayan dönme dolaplar. Bu dolapların bir tarafına yemekler konuyor, tık tık diye dolaba vuruluyor, selamlık tarafındaki dolabı çeviriyor ve yemekleri alıyor. Tabii sadece yemek değil, aşk mektupları, gizli randevular da bu dolaplar aracılığıyla iletiliyor zamanında. “Bu evde ne dolaplar dönüyor” deyişi işte buradan geliyormuş Safranbolu yoluna koyuluyor, yolda Yörük Köyü’ nü geziyoruz. Çok tipik evleri olan turistik olmuş “bien conservé” bir köy, Leyla Gencer’ in ailesi buralıymış. Burada da Sipahioğlu Gezi Evi’ ni gezdik.
Safranbolu Kadıoğlu Şehzade Oteli’ nde tipik bir konakta kaldık. Odalar çok hoş, banyolar eskisi gibi dolapların içinde. Hava bize yardımını artık kesti ve akşam şakır şakır yağmur yağmaya başladı. Akşam müzikli, danslı gayet keyifli bir yemek yedik. Safranbolu’ da hanımlı beyli dans eden yerli halk bizi çok sevindirdi sonra durum anlaşıldı: Atatürkçü Düşünce Derneği’ ymişler. Hep birlikte zevkle dans ettik ve tabii “onuncu yıl marşı” ile veda ettik.
Ertesi gün Saadet önde, biz arkada yürüyerek Safranbolu’ yu gezdik, Kaleye çıktık, Şimdi Şehir Müzesi olan eski Hükümet Konağı’ nı gezdik. Oradan aşağı inerek, Cinci Hoca Hamamı, İzzet Mehmet Paşa Camii’ ni gördük, Kaymakamlar Evi’ ni gezdik. O da bir güzel konak ve onun da dönme dolapları var. Sonra Yemeniciler Arastası’ nda alış veriş ve Türk kahvesi keyfi, “présentation” u çok zarifti…
Neyse güneş bu sıralarda yine yüzünü gösterdi ve Safranbolu’ dan bu nadir kalmış, korunabilmiş müze şehrimizden memnun mesut ayrıldık. Nice gezilere diyerek ve organizasyonu alkışlayarak tabii.