NDS’in sunduğu eğitimin mesleki ve özel hayatımızda çok önemli bir rolünün olduğu muhakkak. Bizim okuduğumuz yıllarda NDS denince akla disiplin gelirdi. Eğer disiplini düzene saygı göstermek ve kurallar çerçevesinde hareket etmek olarak tanımlarsak, NDS ’de okuyan gençler disiplinli bir eğitim alırlardı ancak NDS eğitiminin disiplin kavramı bence çok daha genişti: Bir konuyu iyi anlamak, derin düşünmek ve etraflıca irdelemek, içeriği şekle yeğlemek, olaylara içtenlik ve sorumluluk duygusuyla yaklaşmak bu disipline anlam kazandırırdı. NDS’de disiplin sözünde durmak ve güvenilir olmak da demekti.
Kişiliğimizin terbiyesi ve olgunlaşması için izlenecek bir yoldu disiplin. Birçok NDS mezunu bu disipline pek çok şey borçludur. Özellikle benim dağınık kişiliğimin odaklanması ve enerjimin toparlanması için disiplin bir gereksinimdi ve şansıma NDS bunu sundu. Bazı arkadaşlarımız uygulanan disiplini aşırı bulurlardı. Kuralcılık ve kısıtlayıcılığından şikayet eder, bunalırlardı. Bu tepkiyi genellikle kendiliğinden düzenli, derli toplu gençler verirdi. O tarihlerden beri kişiliğe uygun eğitim yöntemleri konusunda çok düşünmüşümdür ve eğitmenlik hayatımda bu çeşitlilik ve farklılıkları göz önüne almaya çalışmışımdır.
Bizlerle NDS ile ilgili bir anınızı paylaşır mısınız?
O devirde NDS sadece edebiyat bölümü mezunu verirdi. Fen derslerimiz çok nitelikli olmakla beraber sayıca yetersizdi. Matematik meraklısı birkaç arkadaş bir araya gelip çok sevdiğimiz matematik hocamız Monsieur Matalon’dan yazın bize trigonometri ve matematik öğretmesini rica ettik. Yazı Büyükada’da geçirmesine rağ-men bizi kırmadı ve haftada iki üç kere şehre inmeyi göze aldı. Öğrettiği konuları büyük bir keyifle öğrendiğimizi görünce o da hızını alamadı ve fen lisesi derslerinin ötesinde konulara girdik ve başardık. Daha sonra gittiğimiz üniversitelerde ‘edebiyat mezunu’ olmamıza rağmen sınavlarda rekorlar kırınca hocalarımızın şaşırdığını hatırlıyorum. Farkında olmadan NDS’de kazandığımız disiplini matematiksel ortama taşıdık sanırım. Analitik ufkumuzu genişleten M. Matalon’a şükran borcum sonsuz. Her Harbiye’den geçişimde sevgi dolu ve biraz da muzip çehresi gözümün önüne gelir. Acaba meslek hayatımızdaki inanılmaz etkisini hiç bildi mi, diye sorarım kendime.
Biyomedikal mühendisliği ve bu alanın Türkiye’deki durumu hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
Biyomedikal mühendislik sağlık çözümlerine odaklanmış bir meslek. Yaşam bilimleri ile mühendisliğin bir bileşkesi. Gençler temel bilim ve mühendislik kavramlarını öğrenirken tıp dünyasında cevap arayan konularla tanışıyorlar; uygulamalar hayatı kurtarmaya veya iyileştirmeye yönelik konulardan seçiliyor. Doku ve organ mühendisliği, beyin mühendisliği, kalp-damar mühendisliğini örnek olarak verebiliriz. Örneğin tahrip olmuş bir dokunun veya organı vücu-dun kendini yenileme hassasını harekete geçirerek yamaması doku mühendisliğinin belli başlı konularından biri.
Tüm dünyada olduğu gibi insan sağlığı ülkemizde de stratejik önem taşıyor. Sağlık hizmetlerinin tepkisel olmak yerine öngörücü ve önleyici olması giderek toplumsal çıkarlarımızın başında geliyor. Bu yönde buluşlardan doğan teknolojilerin laboratuvarlardan hızla çıkarak yararlı sağlık ürünlerine dönüşmesi ve ticarileşmesi, nihayet hastaya ulaşması gerekiyor. Biyomedikal mühendisler bu sürecin her halkasında görev alıyorlar.
Sizin öncülüğünüzle geçtiğimiz mayıs ayında İzmir’de 1. Küresel İNOVİZ Konferası’nın düzenlendiğini biliyoruz. Basından takip ettiğimiz kadarıyla bu konferansın amacı İzmir’i Türkiye’de sağlığın başkenti ve tıbbi cihaz üretimi ve Ar-Ge yatırımlarında dünyanın önde gelen merkezlerinden biri yapabilmek. Konferans nasıl geçti, projenin gerçekleşmesi için önümüzde nasıl bir süreç var?
İzmir’de 24-25 Mayıs 2010’da toplanan “İNOVİZ”: Sağlık için Izmir etkinliğinin ses getirmesine sevindim. Bu toplantıdan önce, Aralık 2009’da Boğaziçi Üniversitesi’nde ‘Yaşam Bilimleri ve Sağlık Teknolojileri’ konusunda bir etkinlik gerçekleştirdik. Aralık 2008’de ise ‘Nanoteknoloji’ konulu bir konferans sunduk ve ‘biyonanotekstil’ gibi sağlık konularının Türkiye’deki yerini tartıştık. Yurtiçi ve yurtdışından katılım gayet umut vericiydi. Türkiye’nin öncü Ar-Ge ve özgün çözümlerle bu endüstri sektörüne yatırım yapması, yeni çözümler geliştirmesi ve en azından bazı konularda küresel rekabete girmesi olası. Bu etkinlikler yöresel ‘yenileşim’ (inovasyon) kümelenmelerini tetiklemekte yararlı adımlar olarak algılanmalı. Önemli olan bir an evvel gerek akademik camianın gerekse özel ve kamu sektörlerinin güçbirlikleri ve paydaşlıklar kurarak kaynaklarını tümleştirmeleri ve buluşların toplumsal yarar ve ekonomik değere dönüşmesi için gerekli ekosistemlerin hayata geçmesi.
“Beyin göçü” konusuyla da özellikle ilgilendiğinizi biliyoruz, bu konuyla ilgili görüşlerinizi bizlerle paylaşır mısınız?
Türkiye’nin gizli silahı küreyi sarmış “beyin gücü”. Bu güç en değerli varlığımız. Akılcı yöntemlerle bu beyin ağını Türkiye’nin çıkarı doğrultusunda harekete geçirerek pek çok konuda hızlı ve emin adımlar atabileceğimize inanıyorum. Büyük bir çoğunluğu genç olan bu beyin gücünün vücudu yurtdışında olabilir fakat kalbi Türkiye’de atmakta. Onları verimli ve etkin kılacak doğru ortamları yaratmak başlıca görevimiz olmalı. Türkiye’de yükselmekte olan ‘yöresel yenileşim kümeleri’ bu gereksinime cevap vermek azmiyle hızla şekilleniyor. Daha önce bahsettiğimiz etkinlikler bu sürecin tetikleyicileri.
Türkiye’deki eğitim sistemi ve bilimsel çalışmalar dünyanın neresinde?
Tarihimizi incelersek toplumumuz İkinci Dünya Savaşı’nın ardından edilgenliğe yeniliyor ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında el üstünde tuttuğumuz bağımsızlık iddiamızı yitiriyoruz. Gerek eğitimde gerekse endüstride batı ülkelerinden ithal ettiğimiz hazır kalıplara alışıyoruz ve zaman-la yaratıcılığımızı, kendi adımıza düşünmeyi ve özgüvenimizi kaybediyoruz. Bu süreçte bir çok benzer ülke hazıra konma tuzağına düşmemeyi ve kendi ayakları üzerinde yükselmeyi başarıyor.
Dışarıdan bakıldığında Türkiye’de yer yer küresel kıstasları yakalamış eğitim ve araştırma kurumlarımız olduğunu görüyoruz. Fakat bu örnekler ülkenin genelinde istisnaları oluşturuyor. Son yıllarda bu örneklerin sayısı hızla artmakta. Umudumuz Türkiye’nin gerçeklerini ve potansiyelini değerlendiren, özgün yaklaşımlarla eğitim veren ve araştırma yapabilen eğitim kurumlarının sayısının hızla artması.
Farklı sektörler kaynaklarını havuzlayan ortaklıklar kurarak bu gidişi hızlandırabilir ve güçlendirebilirler. Tüm iniş çıkışlara rağmen Türkiye’nin geleceğinin bağımsız düşünen ve söylemini eyleme dönüştürebilen genç nesil tarafından tanımlanacağı gün gibi açık.
Yabancı dilde eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?
Küreşelleşen dünyamızda her bire-yin bir kaç dil konuşması gerekli fakat ana dilin veya başlıca bir dilin temel alınması da o kadar önemli. Öz diline hakim olmayan bir kişinin düşünme ve irdeleme yeteneklerinin sağlam temellere oturması mümkün değil. Demek ki öz dilde eğitimin yanında yabancı dillerin de öğrenilmesi mümkün ve fay-dalı. Batı dünyasına olan bağlılığımız nedeniyle yabancı dil olarak ‘Avrupa’ dillerini kasdediyoruz. Halbuki müthiş bir büyüme ivmesi içinde olan Asya-Pasifik dilleri ve özellikle Çince’nin öneminin giderek artacağı belli.
Banu Onaral hocamız işinin dışında neler yapar?
Pek çok genç ve akran arkadaşım var. Onlarla geçirdiğim nitelikli zamanlar hayatımın akışını şekillendiriyor. Ayrıca hem mesleğimle ilgili hem de farklı alanlarda okumaya meraklıyım. Tarih, güncel politika, insan doğası ve dünyanın gidişini etkileyen kişilerin yaşam öyküsü en çok ilgimi çeken konular. Eğer okumadıysanız ‘Zamanı Durduran Saat’ adlı Yılmaz Büyükerşen’le yapılmış söyleşiyi öneririm. Niall Ferguson’un ‘Empire: Rise and Demise of the British World Order’ (İmparatorluk: İngiliz dünya düzeninin yükseliş ve düşüşü) bugün yaşadığımız olayların temelini aradığımızda başvurabileceğimiz bir kitap.
Bilime ilgi duyan gençlere neler önerirsiniz?
Küremiz ‘bilgi, bilim ve yenilikle kalkınma’ sürecine girmiş bulunuyor. Bilimle ilgilenler altın çağ yaşamaktalar. Gençlerimize bilimsel meraklarını bir yaşam tarzına dönüştürmelerini öneririm. Sürekli sorarak, arayarak, sorgulayarak, görülmeyenleri görerek, yapılmayanları yaparak geçirecekleri yaşamın hem anlamlı hem de yaşamaya değer olacağını garanti ederim. Hele bilgilerini toplumsal yarara dönüştürme şansına erişebilirlerse ne mutlu onlara!
Prof. Dr. Banu Kum Onaral (NDS ’68)
Banu Onaral Drexel Üniversitesi’nde Biyomedikal Mühendisliği ve Sağlık Sistemleri Fakültesi’nin kuru-cu başkanı ve kürsü profesörüdür. NDS’den 9,97/10’luk rekor ortalamayla mezun olan Onaral Boğaziçi Üniversitesi’nde elektrik mühendisliği eğitimi görmüş, biomedikal mühendislik doktorasını da Pennsylvania Üniversitesi’nden almıştır. 1979’dan itibaren Drexel Üniversitesi’nde Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği bölümünde görev almış, A.B.D’de Ulusal Bilim Vakfı (NSF), Ulusal Sağlık Vakfı (NIH), Deniz Kuvvetleri Araştır-ma Ofisi (ONR) ve DARPA gibi Savunma Sanayii’ne (DOD) bağlı araştırma daireleri tarafından desteklenen geniş kapsamlı araştırma projelerini yönetmiştir. Çok sayıda doktora ve yüksek lisans öğrencisine tez danışmanlığı yapmış, 100’ü aşkın makalesi yayınlanmış ve pek çok önemli ödüle layık görülmüştür.
Onaral ‘Ürüne Dönüşebilir Araştırma’ (Translational Research) akımının öncülerindendir. Birçok üniversitenin ve Ulusal Bilim Vakfı (National Science Foundation) dahil olmak üzere bilim vakıflarının yönetim ve danış-ma kurullarında ve bilimsel yayınların hakem heyetlerinde görev almıştır. Önemli sivil toplum kuruluşlarına da başkanlık eden Banu Onaral, Sabancı Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde ve mütevelli heyetinde rol almış, Boğaziçi Üniversitesi’nde dersler vermiştir.
Prof. Onaral halen Türkiye’yi tıbbi cihaz üretimi ve Ar-Ge yatırımlarının merkezlerinden biri yapmayı ve dünyaya yayılmış beyin gücümüzden yararlanmayı hedefleyen geniş çaplı projelere öncülük etmektedir.